ICT Platformu (2020)

Hakkımızda

Enternasyonalist Komünist Eğilim (ICT) 1983 yılında Devrimci Parti için Enternasyonal Büro olarak kuruldu. Ancak siyasi kökenleri çok daha eskilere dayanmaktadır. Kendimizi işçi sınıfının kapitalizmin tarihi boyunca verdiği devrimci mücadelenin ürünlerinden biri olarak görüyoruz. Bu nedenle, sadece Marx ve Engels'in Birinci Enternasyonal ve Komün döneminde çıkardığı derslerden değil, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı öncesi Sosyal Demokrasideki devrimci unsurların çıkardığı derslerden de yararlanıyoruz. Savaştan sonra, doğrudan siyasi atalarımız tarafından kurulan İtalya Komünist Partisi, 1920’lerde “Bolşevikleştirme” adı altında yozlaşan Komünist Enternasyonal (Komintern) tarafından liderliğinin elinden alındığını gördü. Komünist Sol, Intesa Komitesinde (1925) ve daha sonra hem Faşizmin hapishanelerinde hem de Fransa ve Belçika'nın fabrikalarında karşılık vermeyi denedi. 1943 yılında İtalya’da Enternasyonalist Komünist Parti’yi kuranlar da bu yoldaşlar oldu. Bu parti, o dönemde kurulan ve İkinci Dünya Savaşı'ndaki her iki emperyalist cepheye de açık bir şekilde karşı çıkan tek partiydi ve Enternasyonalist Komünist Eğilimin temel politik yaklaşımı onların 1952 tarihli Platformlarına dayanmaktadır.

Eğilimimiz, İtalya'daki Enternasyonalist Komünist Parti (PCInt) ve İngiltere'deki Komünist İşçi Örgütü'nün (CWO) ortak girişimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu girişimin iki temel nedeni vardı. Birincisi, proleter siyasi kamp içinde zaten var olan bir eğilime örgütsel bir biçim vermekti. Bu 1977-81 yılları arasında Battaglia Comunista (PCInt) tarafından çağrısı yapılan Uluslararası Konferanslarda ortaya çıkmıştı. Bu konferansların sonuncusuna bağlılığın temeli, CWO ve PCInt'in Üçüncü Konferansta oyladıkları yedi maddeydi. Bunlar şunlardı:

  1. Ekim Devrimi’nin proleter olarak tanınması.
  2. Üçüncü Enternasyonal'in ilk iki kongresiyle birlikte Sosyal Demokrasiden kopuşun tanınması.
  3. Devlet kapitalizminin ve özyönetimin koşulsuz reddi.
  4. Sosyalist ve Komünist Partilerin burjuva olarak tanınması.
  5. Proletaryayı ulusal burjuvaziye tâbi kılan tüm politikaların reddedilmesi.
  6. Marksist metodolojiye dayalı olarak devrimcilerin örgütlenmesine doğru bir yönelim.
  7. Enternasyonal toplantıların, devrimci sınıf hareketinin ve proleter iktidarın siyasi rehberliği için vazgeçilmez siyasi organ olan Proletaryanın Enternasyonal Partisi’ne giden sürece aktif olarak katkıda bulunmak amacıyla, sınıf mücadelesinde sınıfa yönelik aktif siyasi müdahalelerinin koordinasyonu için devrimci gruplar arasındaki tartışma çalışmalarının bir parçası olarak tanınması.

İkincisi ise, kapitalizmin derinleşen siyasi krizinin siyasi bir tepkiyi tetiklemesiyle enternasyonal sahneye çıkan örgütler ve bireyler için bir odak noktası olarak hareket etmekti. Ancak eğilimimizin kuruluşundan bu yana geçen on yıllarda sınıf mücadelesinde büyük bir canlanma dönemi olmadı. Aksine, sermayenin artan saldırılarına karşı işçilerin verdiği yanıtlar, militan bile olsa (1984-5 İngiliz madenciler grevi veya 1984 İspanyol tersane işçilerinin mücadelesi gibi) temelde sektörel çatışmalarla sınırlı kalmış ve sonuç olarak yenilgiye uğramıştır. Böylece uluslararası sermaye, milyonlarca işçinin geçimi pahasına artan kemer sıkma önlemleri, çalışmanın ve emek gücünün satış koşullarının kötüleşmesi ile yeniden yapılanmak için bir nefes alma imkanı bulmuştur.

Bu bağlamda, seksenli yıllar boyunca proleter siyasete yeni katılanların sayısının görece az olması şaşırtıcı değildir. Katılmış olanların çoğu da siyasi izolasyondan bunaldıkları için daha sonra ortadan kayboldu. Yine de, olumsuz nesnel duruma ve kendi sınırlı gücümüze rağmen, ICT’nin örgütsel varlığı güçlendirilmiştir.

Günümüzde ICT, geniş proleter kamp içerisinde, geleceğin devrimci partisine yönelik belirli ve tanınabilen bir eğilim olarak varlığını sürdürmektedir. Kısaca bu kamp, işçi sınıfının sermayeden bağımsızlığını savunan, milliyetçiliğin hiçbir biçimiyle işi olmayan, Stalinizmde ve eski SSCB’de sosyalist hiçbir şey görmeyen ama aynı zamanda Ekim 1917’nin daha geniş bir dünya devriminin başlangıç noktasını oluşturabilecek olduğunu kabul edenler olarak tanımlanabilir. Bu geniş çerçeve içinde yer alan örgütler arasında, özellikle de devrimci örgütün doğası ve işlevi gibi çok tartışılmış bir sorun üzerinde önemli siyasi farklılıklar bulunmaktadır. ICT’nin çerçevesi aşağıdaki gibidir:

  1. Proleter devrim ya enternasyonal olacaktır ya da yenilgiye mahkum olacaktır. Enternasyonal devrim, enternasyonal bir partinin, işçi sınıfının geri kalanı arasında devrimci program için mücadele etmek üzere birlikte örgütlenen en yüksek sınıf bilincine sahip işçilerin somut siyasi ifadesinin, varlığını gerektirir. Tarih, devrim esnasında parti kurma girişimlerinin çok yetersiz ve çok geç olduğunu göstermiştir.
  2. Bu nedenle ICT, bunun için gerekli siyasi program ve enternasyonal güçler var olur olmaz yeni bir işçi Enternasyonalinin kurulmasını hedeflemektedir. Bununla birlikte, ICT parti içindir ve onun önceden var olan tek çekirdeği olma iddiasında değildir. Gelecekteki parti, tek bir örgütün basit bir genişlemesi olmayacaktır.
  3. Enternasyonal kurulmadan önce devrimci programın en ince ayrıntılarının, potansiyel kurucu parçaları arasında tartışma ve müzakereler yoluyla tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulması gerekecektir.
  4. Nihayetinde dünya partisini oluşturacak olan örgütler, içinden çıktıkları bölgedeki işçi sınıfı içinde anlamlı bir varlığa hali hazırda sahip olmalıdır. Enternasyonal’in (ya da onun ilk çekirdeğinin) propagandacı grupların varlığından biraz daha ötesi temelinde ilan edilmesi devrimci hareket için ileri bir adım olmayacaktır.
  5. Devrimci bir örgüt, bir propaganda ağından daha fazlası olmak için çaba göstermelidir. Sınırlı olanaklara rağmen bütün proleter örgütlerin görevi, kendilerini işçi sınıfı içinde devrimci bir güç olarak tesis etmek için çalışmaktır; bu, yarının devrimci mücadelelerini örgütlemenin ve liderlik etmenin bir öncülü olarak bugünün sınıf mücadelesinde ileriye doğru yol gösterecek bir konumda olmak içindir.
  6. Son devrimci dalganın dersi, işçi sınıfının örgütlü liderlik olmadan da yapabileceği ya da (son dönem Bordigistlerin metafizik bir soyutlaması olan) partinin sınıf olduğu değildir. Aksine, bu liderlik ve onun örgütsel biçimi (Enternasyonal) devrimci işçi sınıfının sahip olduğu en önemli silahtır. Görevi, proleter iktidarın kitlesel organlarında (sovyetler) komünist bir perspektif için mücadele etmek olacaktır. Ancak siyasi örgüt, işçi sınıfının bir azınlığı olarak kalacaktır ve genel olarak sınıfın yerine geçmeyecektir. Sosyalizmi kurma görevi bir bütün olarak işçi sınıfının görevidir. Bu görev, sınıf bilincine sahip öncülere bile devredilemeyecek bir görevdir.

Enternasyonalist Komünist Eğilim’in Platformu (2020)

Önsöz

Tehlikeli zamanlarda yaşıyoruz. Bir yanda ekonomik krizin şiddeti ve bunun sonucunda ortaya çıkan emperyalist savaş tehdidi ile diğer yanda proleteryanın bu krize verdiği yanıtın düşük düzeyi arasında muazzam bir orantısızlık var. Sermaye’nin üretim ve dağıtım üzerindeki gerçek egemenliği, bir bütün olarak toplumsal ve siyasal ilişkiler üzerinde gitgide tam bir egemenlik haline geldi. Burjuva ideolojisi; sosyal demokrat partiler ve sendikalar aracılığıyla işçi sınıfına derinlemesine nüfuz etmiştir. Böylece işçi sınıfının krizin etkilerine direnme girişimlerini doğar doğmaz boğmaktadır.

Bazen ulusal üretimin tüm bir kolunda bile gerçekleşen grevler; her türlü sınıf birliği duygusu milliyetçilikle, tek bir seferde tek bir firmada bir şeyleri değiştirme düşüncesiyle, bireycilikle, yani burjuva solunun işçilere aşıladığı egemen ideoloji biçimleriyle boğazlandığı için yayılamamıştır. Kapitalizmin sendikalar ve sol kapitalist partiler aracılığıyla işçi sınıfı üzerindeki egemenliği, Marx’ın “toplumsal ilişkilerin şeyleşmesi” dediği şeyin somut dışavurumudur. Tarihsel kökenleri ne olursa olsun, bugün bunlar sermayenin totalitarizminin maddi araçlarıdır. Bunlarla sadece kınama yoluyla değil, hem siyasi hem de örgütsel olarak yüzleşilmelidir.

Kapitalizmin sınıf mücadelesini kontrol altına alma konusundaki şüphesiz başarısına rağmen, çelişkileri, öncelikle sermayenin organik bileşiminin büyümesi ve bunun sonucunda kâr oranının düşme eğiliminde devam etmektedir. Marksistler olarak bunun sonsuza kadar kontrol altına alınamayacağını biliyoruz. Bu çelişkilerin patlaması kaçınılmaz olarak muzaffer bir devrimle sonuçlanmayacaktır. Emperyalist çağda, küresel savaş, sermayenin çelişkilerini “kontrol etme” ve geçici olarak çözme yoludur.

Ancak bu gerçekleşmeden önce, burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki siyasi ve ideolojik hakimiyetinin kırılması olasılığı devam etmektedir. Başka bir deyişle, ani kitlesel sınıf mücadelesi dalgaları ortaya çıkabilir ve devrimciler buna hazırlıklı olmalıdır. Sınıf bir kez daha inisiyatifi ele aldığında ve kolektif gücünü sermayenin saldırılarına karşı kullanmaya başladığında, devrimci politik örgütlerin sol burjuvazinin güçlerine karşı gerekli siyasi ve örgütsel mücadelelere önderlik edebilecek bir konumda olması gerekir.

Birbirini izleyen her mücadele dalgası, ancak devrimcilerin programı ve örgütü bunlardan güçlenerek çıkarsa; ancak devrimci program (ve onu savunan örgüt) mücadelenin kendisi aracılığıyla işçi sınıfına daha derin kökler salabilirse devrim için bir hazırlık olacaktır. Bu, işçi sınıfının tarihsel deneyimiyle kanıtlanmıştır.

1905 Rus Devrimi, 1917’ye yol açan devrimci propgramın daha önceki mücadelelerden güçlenerek çıkması anlamında 1917 için bir hazırlıktı. Bugün, sınıfın ani yenilgisiyle sonuçlansa da devrimci güçleri güçlendiren böyle bir genelleşmiş, ayaklanmacı çatışma döneminin yaşanacağının garantisi yoktur. Yine de kesin olan bir şey var: devrimci fikirler bir bütün olarak işçi sınıfı içinde önemli bir siyasi ve örgütsel biçim almadan böyle bir kitle hareketi ortaya çıkarsa, herhangi bir yenilgi genel tarihsel boyutlar kazanacaktır. İşçi sınıfına kendi tarihsel deneyiminin derslerini geri vermek, sınıfın ürettiği daha iyi unsurları örgütlemek ve sınıfımızın kurtuluşunda maddi bir güç haline gelmeleri için işçi sınıfı mücadelesini enternasyonalist devrimci bir çözüme doğru yönlendirmek proleter siyasi örgütün görevidir.

Kapitalizm

Her sınıflı toplumda olduğu gibi kapitalist üretim biçimi de üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki çelişkiden muzdariptir. Kapitalizmde emek gücü, sahipleri (proletarya) tarafından varlığını sürdürmek ve emek gücünün yeniden üretimini sağlamak için gerekli olan ürünlerin değerine eşit bir ücret karşılığında satılan bir meta olarak var olur. Sınıfsal açıdan bu, burjuvazi (sermayeye sahip olan ve üretim araçlarını kontrol edenler) ile proletarya (emek güçlerini bu üretim araçlarına harcayanlar) arasındaki çelişkide ifade edilir. “Doğanın nimetleri” dışında emek tüm zenginliğin kaynağıdır. Yalnızca emek gücü hammaddeleri metalara dönüştürebilir. Tüm metaların hem bir kullanım değeri hem de bir mübadele değeri vardır. Kapitalistler birincisiyle yalnızca ikincisini elde etmek için satılmalarını sağladığı ölçüde ilgilenirler. Kapitalizmin kârının kaynağı, işçilerin emek gücüyle üretilen artı değerin temsil ettiği sermayeleşmiş değişim değeridir. Sermayenin işgücünden giderek daha fazla artı değer elde etme girişimi, burjuva ile proleter, kapitalizm ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesinin temelini oluşturmaktadır. Bu durum, kapitalist sözcülerin işçi sınıfının ortadan kalktığını söylediği sözde sanayi sonrasi toplum olan günümüzde, yeni nesil kapitalist iktisatçıların emek gücünün değerin kaynağı olduğunu inkar ettiği on dokuzuncu yüzyılda olduğundan daha doğru değildir. Temel sınıf çelişkileri, kapitalizm altında meydana gelen teknolojik değişimlerden bağımsız olarak ve hatta tam da bu değişimler nedeniyle varlığını sürdürmektedir.

Son elli yılda üretici güçlerin istikrarsız gelişimi, işgücünün sömürülmesini muazzam ölçüde yoğunlaştırmıştır. Sömürü arttıkça, kâr oranlarındaki düşüşün yanı sıra, işçi sınıfının giderek daha büyük bir kesimi için küresel ölçekte yoksulluk da artmıştır. Marx ve Engels’in 1848 Manifestosu’nda yer verdikleri kehanet niteliğindeki imgenin doğruluğu daha önce hiç bu kadar açık olmamıştı:

Üretim, mübadele ve mülkiyet ilişkileriyle modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve mübadele araçları ortaya çıkarmış bir toplum, büyüleriyle çağırdığı öteki dünyanın güçlerini artık kontrol edemeyen büyücü gibidir.

Komünist Manifesto

Dolayısıyla, bir yandan teknolojik gelişim kâr oranının düşmesine yol açarken ve sermayenin değerlenmesi sürecinde, içinde yaşadığımız daimi krizin temelini oluşturan sorunları yaratırken; diğer yandan sömürünün yoğunlaşması, dünyanın zehirlenmesi, ormansızlaşma, kirlilik, kara ve denizlerin çevresel tahribatı (örneğin okyanuslara saçılmış plastik “kıtaları”) gibi doğrudan sonuçlara yol açmaktadır. Bu, flora ve faunanın kitlesel yok oluş süreci, iklim acil durumunu hızlandıran muazzam miktarda CO2'nin atmosfere salınması ve bununla birlikte çölleşme süreçleri, su kıtlığı ve yüz milyonlarca insanın Kutuplardan Ekvator'a kadar giderek daha az yaşanabilir hale gelen doğal ortamlardan zorunlu göçü anlamına gelmektedir. Tüm bunlar kapitalizmin doğrudan bir sonucudur ve kapitalizm egemen üretim biçimi olmaya devam ettiği sürece daha da kötüleşecektir; bu sorun, hangi biçime bürünürse bürünsün, ancak kapitalist sömürünün üstesinden gelinerek çözülebilir.

“Proletarya tek başına gerçekten devrimci bir sınıftır” (Komünist Manifesto) ancak sınıflı topluma ve onunla birlikte tüm sömürü ve baskıya son vermek için birlikte hareket ettiğinde. İster önceki üretim biçimlerinden miras kalmış olsun, ister kapitalist toplumun çelişkilerinden doğmuş olsun, kendini her türlü toplumsal tahakküm, önyargı, bağnazlık, sefalet, kölelik, aşağılanma ve ayrımcılık biçiminde ifade eden bu baskı, egemen sınıfın toplumdaki en savunmasız kesimlere saldırırken (kadınların ve göçmenlerin daha düşük ücretlerinde görüldüğü gibi) işçi sınıfını bir bütün olarak bölmesi için kullanışlı bir araçtır. Bu, sınıf dayanışmasını zayıflatan ve kapitalist ilişkileri gizemli hale getiren ırk ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine dayalı olanlar gibi tüm baskı biçimleriyle mücadele etmemiz gerektiği anlamına gelir.

Devlet Kapitalizmi

Bir yanda üretim araçlarının burjuva mülkiyetinin hangi yasal biçime büründüğüne, diğer yanda ücretli emeğin toplumsal karakterinin nasıl değiştiğine bakılmaksızın işin toplumsal niteliği ile mülkiyetin kısıtlı sahipliği arasındaki temel karşıtlık varlığını sürdürmektedir. Klasik (Batı) kapitalizmi on dokuzuncu yüzyılda bireysel kapitalistin artı değeri doğrudan fabrika işçilerinden gasp etmesiyle karakterize edilirken, yirminci yüzyılda bu durum yerini yeni kapitalist kontrol biçimlerine bırakmıştır. En önemli üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olması, emperyalist çağda sermayenin gerçek biçimi olan finans sermayenin mülkiyeti olan kapitalist niteliğini değiştirmemiştir. Ulusal ve çok uluslu tekellerin anonim şirketler (“sosyal” sermaye gibi hareket eden) biçimindeki hakimiyeti de kapitalizmin temel çelişkilerinin sona erdiği anlamına gelmez, aksine bu çelişkilere uluslararası bir boyut kazandırarak onları şiddetlendirir ve genişletir. Engels bunu uzun zaman önce fark edip şöyle açıklamıştı:

… anonim şirketlere (ve tröstlere) ya da devlet mülkiyetine dönüşüm, üretici güçlerin kapitalist niteliğini ortadan kaldırmaz. Anonim şirketlerde (ve tröstlerde) bu oldukça açıktır. Ve yine modern devlet, burjuva toplumunun kapitalist üretim biçiminin genel dış koşullarını işçilerin olduğu kadar tek tek kapitalistlerin de gasplarına karşı desteklemek için kullandığı bir örgütlenmeden ibarettir. Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, esasen kapitalist bir makinedir, kapitalistlerin devletidir, toplam ulusal sermayenin ideal vücut bulmuş halidir. Üretim güçlerini ele geçirmeye ne kadar devam ederse, aslında o kadar kolektif kapitalist haline gelir, o kadar çok vatandaşı sömürür. İşçiler ücretli işçi, proleter olarak kalır. Kapitalist ilişki ortadan kalkmış değildir.

Anti-Dühring

Dolayısıyla, kısa bir süre önce sosyalist olduğu söylenen ülkeler aslında devlet kapitalizminin özel bir biçiminden, devletin maddi üretim araçlarını doğrudan kontrol ettiği ve piyasa üzerinde tekel kurduğu ülkelerden başka bir şey değildi. SSCB’nin hazin sonu, Ekim Devrimi ile Rus blokunun çöküşünü birbirinden ayıran Komünist Sol tarafından geliştirilmiş (ve politik ekonominin eleştirisine veya Marksizme dayanan) bu analizi doğrulamaktadır. Devlet mülkiyetinin sosyalizmle trajik bir şekilde özdeşleştirilmesi, sözde “gerçekten var olan sosyalizmin” küresel kapitalizmin mevcut örgütsel ve yasal yapısıyla birleşmesiyle sona ermiştir.

Emperyalist Çağ

Eski SSCB ve ona bağlı devletler emperyalist bir blok oluşturuyordu. Bu blokun çöküşü dünya kapitalizminin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır ancak bu, kapitalist emperyalizmin hikayesinin bir parçasıdır. Kapitalist devletler arasındaki rekabetin ürünü olan Birinci Dünya Savaşı, kapitalizmin gelişiminde kesin bir dönüm noktasına işaret etmiştir. Bu savaş, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi sürecinin öyle boyutlara ulaştığını gösterdi ki, bundan böyle sermaye birikimi sürecinin her zaman içsel bir parçası olan konjonktürel krizler, ancak dünya savaşıyla çözülebilecek küresel krizler haline gelecekti. Kısacası, kapitalizmin yeni bir tarihsel döneme, her devletin küresel kapitalist ekonominin bir parçası olduğu ve bu ekonomiyi yöneten yasalardan kaçamayacağı emperyalizm çağına girdiğini doğruladı. Dolayısıyla emperyalizm yalnızca daha güçlü kapitalist güçlerin zayıf olanlara karşı uyguladığı bir politika değil, son derece gelişmiş kapitalist merkezlerin mali ve endüstriyel dokunaçlarının çevre bölgelerden artı değeri emdiği kaçınılmaz bir süreçtir. Bu süreç hiçbir devlet sınırı tanımamakta ve çevre bölgelerin yerli burjuvazisinden hiçbir ulusal bağlılık talep etmemektedir. Bu yerel burjuvazi uluslararası kapitalist sınıfın bir parçasıdır ve geleneksel (ve daha yeni) kapitalist metropollerin burjuvazisi kadar uluslararası finans sermayenin entrikalarına bulaşmıştır.

Günümüz

İçinde bulunduğumuz dönem, daha önce de belirtildiği gibi, kapitalizmin tarihindeki en uzun ve en büyük yapısal krizle karakterize edilmektedir. Her zaman işliyor olmasına rağmen, dünya kapitalizminin içinden çıkamayacağını gösterdiği korkunç bir döngünün parçası olarak, kâr oranındaki düşüşün etkisi ancak 1970'lerin başından bu yana ağır bir şekilde hissedilmektedir.

Günümüz kapitalist toplumunun yaşadığı paradoks, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir teknolojik potansiyele sahip olmasına rağmen, giderek daha fazla ancak daha düşük büyüme oranlarında üretmesi ve bu zenginliğin azalan bir kısmının "refah devletine" tahsis edilmesidir.

Kâr oranındaki düşüş, sermayeyi üretken yatırımlar pahasına spekülasyona doğru itmektedir. Sık sık yaşanan borsa balonları, bunun sonucunda ortaya çıkan mali krizler, şirketlerin, devletlerin ve ailelerin borçlanması; her yerde doğrudan, dolaylı ve gecikmeli ücretlere karşı artan saldırganlıkla birlikte en belirgin etkiler olmuştur ve olmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemin bir diğer özelliği de, her zaman var olan ve kendilerini yaratan ekonomik krizler kadar yıkıcı olan savaşların kapitalizmin kalıcı bir özelliği haline gelmiş olmasıdır. Bugün savaş çözümü, sermayenin devalüasyonu sorununu çözmenin (yani yeniden inşa etmek için değerin yok edilmesi) en önemli aracı ve sanayi sermayesinin (üretim araçlarının) giderek daha fazla yoğunlaşması ve finans sermayenin merkezileşmesiyle yeni bir birikim döngüsü açmanın mümkün tek yolu olarak görünmektedir.

Böylece devlet, üretimi canlandırıp krizi durdurmak için nafile bir çabayla borçlanmaya devam ediyor. Bugün hâlâ 2008 çöküşünün uzun süren etkisi, bir sonraki daha da yıkıcı bir küresel kriz beklentisiyle kapitalist sistemde yayılmaya devam ediyor.

Sosyal Demokrasi

Kapitalizmin emperyalist çağının başlaması, küresel savaş - yeniden yapılanma - kriz döngüsüyle birlikte, daha yüksek bir toplum biçimi (komünizm) olasılığını da tarihsel gündeme getirmiştir. Bu, Ekim 1917'de Rus proletaryasının, Birinci Dünya Savaşı'nın kan dökücülüğü ve yıkımından doğan Avrupa ve dünya çapındaki devrimci dalganın başlangıcı olarak iktidarı ele geçirmesiyle çarpıcı bir şekilde doğrulanmıştır. Bununla birlikte, bu dönemin deneyimi, emperyalist savaşta "kendi" ulus devletlerini desteklerken proleterlerin karşılıklı olarak katledilmesine göz yummakla kalmayıp, aynı zamanda bu savaşı sona erdiren ayaklanmalar sırasında sosyalizm adına devrimi bastırmak için ellerinden geleni yapan İkinci Enternasyonal'in eski partilerinin çoğunluğunun iflasını da dramatik bir şekilde doğrulamıştır.

Dolayısıyla bugün, Ekim öncesi dönemdeki proleter siyasi örgütlenmeler ile Ekim sonrası dönemdekiler arasında belirgin bir fark olduğunu görebiliyoruz. Kapitalizmin yükselişi ve egemen üretim biçimi olarak yerini sağlamlaştırmasıyla burjuva milliyetçi ya da anti-despotik hareketler, Avrupa proleter kitlelerinin harekete geçirilmesi için bir çerçeve sağlamış ve bu da geniş sendika ve parti örgütlerinin kurulmasını kolaylaştırmıştır. Bu organlar ile işçi sınıfı, mevcut burjuva toplumsal ve siyasi ilişkileri çerçevesinde de olsa, kendi taleplerini ileri sürerek ayrı sınıf kimliğini ifade edebilmiştir. Aynı zamanda, ana akım sosyal demokrat güçler hiçbir zaman Marksizmin siyasi ilkelerine göre hareket etmemiş olsa da, Marx ve Engels'in devrimci teorileri kabul gördü ve proleter siyasi yaşamın yerleşik bir parçası haline geldi. Bu sosyalist partiler için Marx'ın öngördüğü devrim, gelecekte bir gün belirsiz araçlarla ulaşılacak uzak bir hedef olarak kaldı. Sosyalizm, teorik olarak uğruna mücadele ettikleri "görkemli gelecek" olarak kaldı, fakat pratikte taktiklerini belirleyen stratejik hedef, iktidara saldırı değil, giderek artan bir şekilde parlamento seçimleri, sekiz saatlik işgünü, örgütlenme özgürlüğü vb. oldu.

Sosyal demokrasinin 1914'te emperyalizmle özdeşleşmesiyle birlikte işçi sınıfı hareketi önemli bir dönüm noktasına ulaştı. Bu, komünistlerin, İkinci Enternasyonal (1889-1914) aracılığıyla kitle hareketine hakim olan reformizmin sahte güçlerinden tamamen ayrılmasıyla sonuçlandı. Dünya proleter devrimi çağının başladığını ilan eden Üçüncü Enternasyonal'in kuruluşu, Marksizmin temel ilkelerinin zaferini işaret ediyordu. Komünist faaliyet artık yalnızca yeni bir toplumun inşası için gerekli koşulları yaratmak amacıyla kapitalist devletin yıkılmasını hedefliyordu.

Emperyalizm çağı, kapitalist egemenliğin evrensel doğasının çağıdır ve bu daha doğrudan ve evrensel bir devrimci strateji gerektirir. Proleter devrim ve proletarya diktatörlüğünün kurulması Enternasyonal'in temel ilkeleridir. Özgül durumlardaki farklılıklar, daha doğrusu dünya genelinde burjuva egemenliğinin toplumsal ve siyasal biçimlerinin çeşitliliği, farklı taktiksel yaklaşımlar gerektirmektedir. Yine de proletaryanın enternasyonal örgütünün taktikleri her zaman evrensel devrimci programı temelinde tanımlanacaktır. Demokratik mücadeleler dönemi uzun zaman önce sona ermiştir ve mevcut emperyalist çağda tekrarlanamazlar.

Parlamento

Komünistler, işçilerin özgürlüğünün parlamentoda çoğunluğu elde ederek kazanılabileceğine ilişkin bir yanılsamaya sahip değildir. Her şeyden önce, biz sosyalizmi yasallaştırırken egemen sınıfın barışçıl bir şekilde buna seyirci kalacağına inanmak "parlamenter kretinizm" (On Sekizinci Brumaire) yanılsamasıdır. Parlamenter demokrasi, kapitalist sınıfın diktatörlüğünü gizlemek için kullanılan bir incir yaprağıdır. Demokratik kapitalist toplumda iktidarın gerçek organları parlamentonun dışında, devlet bürokrasisi, güvenlik güçleri ve üretim araçlarının denetleyicileridir. Parlamento, işçilerin kendilerini kimin kötü yöneteceğini seçtiği yanılsamasını yaratması bakımından burjuvazi için yararlıdır. Bu nedenle devrimciler, işçileri kendi sınıf zeminlerinde mücadele etmeye çağırarak parlamento seçimlerine karşı çıkarlar. İşçi sınıfının tam bir ifade ve örgütlenme özgürlüğüne kavuşmasının ancak kapitalizmin ve onun devlet organlarının yıkılmasıyla mümkün olduğunu göstermek devrimcilerin partisinin görevidir. Bu, delegelerin işçiler tarafından sadece seçilmeyeceği, aynı zamanda onlar tarafından geri çağrılabileceği işçi konseyleri biçimini alacaktır. Kapitalist ilişkilerin bastırılmasını sağladıklarında, konseyler sınıfları ve dolayısıyla devlete olan ihtiyacı ortadan kaldırmış olacaklardır. Böylece kendilerini yarı-devlet işlevleri olan bir organdan ekonominin salt bir yöneticisine dönüştüreceklerdir. "Proletarya diktatörlüğü devletinin sönümlenmesinden" bahsederken kastettiğimiz budur.

Sendikalar

Sendikalar emek ve sermaye arasında arabuluculuk yapan organlardır. İşçilerin emek gücünün satış koşullarının müzakerecileri olarak ortaya çıkmışlardır. Kapitalizmin yıkılması için yararlı araçlar değildirler ve hiçbir zaman da olmamışlardır. Emperyalist çağda sendikalar, sosyal bileşimleri ne olursa olsun, özellikle kapitalizmin tehdit altında olduğu en kritik anlarda kapitalizmin korunması için çalışan örgütlerdir. Radikal bir alternatif olma iddiasında olan ve hemen hemen her yerde resmi sendikalara karşı ortaya çıkan taban sendikaları, aynı zamanda sözleşme mantığının bir parçası oldukları için kör silahlar haline gelirler, çoğu zaman birbirleriyle çatışırlar ve böylece sınıfı bölerler. Devrimci sınıf mücadelesini desteklemek için bu müzakere mantığından kaçamayanlar, kaçınılmaz olarak proleter mücadelenin yayılmasının ve her şeyden önce siyasi bilincin ve devrimci ve anti-kapitalist bir örgütlenmenin olgunlaşmasının önünde bir engel haline gelirler. Buradan devrimcilerin sendikaları fethetmesinin ya da onları devrimin organlarına dönüştürmesinin imkansız olduğu sonucu çıkmaktadır. Proleter devrim her yerde sendikalarla savaşmak zorunda kalacaktır çünkü sendikalar karşı devrimin kaleleri olacaktır.

Son devrimci dalganın ve onu takip eden karşı devrimin deneyimi, devrimci Marksistler için sendikanın, sınıfın siyasi azınlığının (parti) programını ve sloganlarını bir bütün olarak işçi sınıfına ulaştırmak için çalıştığı kitlesel mücadele organı olmadığını ve olamayacağını kesinlikle açık hale getirmiştir. Komünist teorinin geleneksel olarak hem mücadele hem de iktidar organları olarak kabul ettiği bu tür kitle organları, sınıf mücadelesinin yükseldiği durumlarda ortaya çıkar. Tarihsel olarak bunlar, komün ya da sovyet (konsey) biçiminde ortaya çıkmışlardır. Komünistlerin ancak istisnai durumlarda siyasi liderlik konumuna gelebilmeleri gibi - ve bu nedenle - işçi sınıfının yarattığı ve komünist liderliği mümkün kılan kitle organları da ancak mücadelenin yükseldiği dönemlerde doğar.

Ancak bu tür durumların dışında parti; siyasi önderlik ve sınıfın ileri muhafızlarının gelişimi için çalışmalarını geliştirmelidir. Komünistlerin daimi görevi işçi mücadelelerinde yer almak, onları uyarmak ve ileriye giden yolu göstermektir. Mücadelelerin, içinden çıktıkları anlık düzeyden sermayeye karşı siyasi mücadelenin daha geniş arenasına doğru olumlu bir şekilde gelişmesi olasılığı, komünistlerin işyerlerindeki aktif varlığına bağlıdır. Komünist örgütün görevi, sendikal faaliyet için değil ama parti ile işçi sınıfının geniş kitlesi arasında doğrudan bir bağ olarak, işyerindeki en bilinçli işçileri örgütlemenin bir yolunu bulmaktır.

Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri

1914'teki Birinci Emperyalist Savaş, ulusal kurtuluşun kapitalist dünya için ilerici olduğu tarih dönemini sona erdirmiştir. Emperyalist çağda kapitalizmin küresel karakteri, dünyadaki toplumsal oluşumların görünürdeki çeşitliliğinin farklı üretim tarzlarının bir yansıması olmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla proletaryanın dünyanın farklı bölgelerinde devrimci eylem için farklı stratejiler benimsemesine gerek yoktur. Marx'ın çalıșmaları zaten üretim tarzı ile ona az ya da çok tekabül eden toplumsal olușumlar arasında bir ayrım yapmıștı. Sınıflı toplumun tarihsel deneyimi, farklı tarihlerin ürünü olan farklı toplumsal oluşumların kapitalist üretim tarzı altında var olabileceğini, ancak yine de hepsinin, kendi varlığını sürdürmek için ulusal, etnik ve kültürel farklılıklardan yararlanan emperyalizmin egemenliği altında olduğunu doğrulamaktadır. Toplumsal katmanlar ve gelenekler çeşitli bölge ve ülkelerde farklılık gösterdiği gibi, burjuvazinin siyasi olarak egemen olma biçimi de farklılık gösterir. Ancak her durumda temsil ettikleri gerçek güç aynıdır: kapitalizm. Ulusal sorunun dünyanın bazı bölgelerinde hala mevcut olduğu ve bu nedenle proletaryanın kendi devrimci strateji ve taktiklerini ulusal burjuvaziyle (ya da daha kötüsü emperyalist cephelerden biriyle) ittifak lehine arka plana atabileceği fikri kesinlikle reddedilmelidir. Ancak proletarya kendi sınıf çıkarlarını savunmak için birleştiğinde tüm ulusal baskıların temeli sarsılır ve devrimci örgüt dinsel, ırksal ya da kültürel ayrılık ideolojilerini kullanarak sınıf dayanışmasını engellemeye yönelik tüm girişimleri reddeder.

Devrim ve Karşı Devrim

Avrupa devrimci hareketinin yenilgisi ve Rusya'daki karşı devrimin doğası, İkinci Dünya Savaşı'na kadar olan dönemdeki tüm deneyimin derslerini anlamaya çalışan devrimci Marksistler için sorunlar ortaya çıkardı. Karşı-devrimci süreç Üçüncü Enternasyonal'e, Rus devletini ve onu oluşturan partileri savunma zorunluluğunun dayatılması ve aynı zamanda bu partilerin sosyal demokrat strateji ve taktiklere doğru geri çekilmesiyle yansıdı. Bu yozlaşma süreci, Troçki'nin sosyal demokrat ve işçi partilerine giriş politikasının ("Fransız dönüşü" olarak adlandırılan) gösterdiği gibi, Troçki ve yandaşları tarafından Otuzlu Yıllar boyunca takip edildi. Bu ve Troçkizmin SSCB'nin emperyalist emellerine verdiği destek, Troçkizmi potansiyel olarak devrimci bir akım olmaktan çıkardı. Yenilgiden ders çıkarmak başkalarına kaldı. Artık Stalinleşmiş Komünist Partilerin Rusya yanlısı tutumuna ve devlet kapitalizmi topraklarındaki büyük Bolşevik deneyiminin sönümlenmesine rağmen, Komünist Sol tarafından Rusya'nın emperyalist ve devlet kapitalisti doğası hakkında çıkarılan dersler, komünist programın bu deneyimle birlikte tamamen yok olmasının önüne geçti. Bu, ikinci emperyalist savaş sırasında bile 1943'te İtalya'da Enternasyonalist Komünist Parti'nin kurulmasıyla işçi sınıfının bağımsız bir partisinin ortaya çıkabileceği anlamına geliyordu.

Rus Devriminin ve Komintern'in Yozlaşması

Rusya'da Ekim zaferiyle başlayan devrimci süreç, Rus devletinin kapitalist ekonomik temellerini savunmak için kendi içine dönmesiyle sona erdi. Bu, Sovyet Rusya'nın izolasyonunun ve Avrupa’nın ana ülkelerindeki proleter mücadele dalgalarının yenilgisinin sonucuydu. Bu deneyim Marksistler için tek ülkede sosyalizmin mümkün olmadığını kesin olarak göstermiştir. Hiçbir sosyalist ya da devrimci devlet gerçek bir enternasyonal devrimci sürecin dışında var olamaz. Bu, belirli bir ülkede proleter bir ayaklanma başarılı olduğunda, bunun gerçek proleter iktidarı ifade edemeyeceği anlamına gelmez. Ancak, başka yerlerdeki devrimci hareketler başarılı olmadıkça ve yeni toplumsal ilişkilerin inşasına başlamanın somut olasılığını ortaya çıkarmadıkça, bu yeni doğan gücün ayakta kalmasının mümkün olmayacağı anlamına gelir.

Yirmili yılların ikinci yarısında Komintern tamamen Rus Partisi'nin egemenliği altındaydı ve artık enternasyonal işçi sınıfının stratejik ve taktiksel ihtiyaçlarını takip etmek için merkezi bir araç değildi. Avrupa'da ve Çin'de devrim potansiyelinden geriye kalanlar, artık [SBKP] devletinin kendini koruma ihtiyacına boyun eğen Komintern politikaları tarafından baltalandı. SSCB'de devrimci süreçteki kırılma, Stalin yönetiminde kapitalist toplumsal ilişkilere dayanan işçi sınıfı karşıtı bir diktatörlüğün güçlenmesine yol açtı. SSCB kadar büyük bir ülkede böyle bir rejimin gelişmesi, onun büyük bir emperyalist güç olarak yeniden ortaya çıkması anlamına geliyordu. Bu nitelikle, Stalinist devlet ve çeşitli ulusal-komünist partiler önce İspanya'daki savaşa, ardından da İkinci Dünya Savaşı'na katıldılar. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Doğu Avrupa ülkeleri Rus emperyalizmi tarafından ele geçirildi ve Stalinist kapitalist devlet modelini benimsedi. Perestroyka'nın başarısızlığı ve bu blokun çöküşü, bir "işçi devletinin" nihayet dejenerasyonunu tamamladığının işareti değil, zayıf bir "süper gücün" kapitalist krizinin boyutunun kanıtıydı.

Çin

Çin'de farklı bir süreç aynı sonuca, bugün bile emperyalizmin uluslararası ittifak sistemi içinde “gerçek” rolünü arayan devlet kapitalisti bir rejime yol açtı. Çin tarihindeki temel fark, 1917 Rus Ekim'i ile kıyaslanabilecek bir proleter devrimin hiçbir zaman yaşanmamış olmasıdır. Mevcut Çin rejiminin tarihi, 1927'de Kanton ve Şangay'da proleter hareketin trajik yenilgisiyle başlar. Bunu, köylülüğün baskın birlikleri olarak hareket ettiği bir sınıf bloku tarafından yürütülen bir ulusal savaş izledi. Stalinist himaye altında ve aynı türden yüksek derecede merkezileşmiş devlet kapitalizmi ilişkilerine dayanan bir rejimin kurulmasıyla sona erdi.

Altmışlı yıllarda neo-Stalinizm bayrağı altında Rus etki alanından kopan bu rejim, 1970'lerde kendini ABD'ye yönelirken buldu. Görünüşte çelişkili olan bu iki hamle de ekonominin kontrolünü sürdürme ve sermaye birikimini teşvik etme çabalarından kaynaklanıyordu. Çin hiçbir zaman proleter bir güç olmamıştır ve Maoizm ideolojisi kitleleri ulusal sermayenin çıkarları uğruna kendi çıkarlarını feda etmeye sürüklemekten başka bir işe yaramamıştır.

Parti, Devlet ve Sınıf - Karşı Devrimin Dersi

Karşı devrimin bu deneyimleri, devrimcileri devlet, parti ve sınıf arasındaki ilişkinin sorunlarına dair kavrayışlarını derinleştirmeye zorlamaktadır. Eski devrimci partinin Rus karşı-devriminde oynadığı rol, birçok devrimcinin sınıf partisi fikrini tamamen reddetmesine yol açmış olsa da, sorun o kadar basit değildir. Sınıf partisi, tam da sınıf bilincinin siyasi ve örgütlü ifadesi olduğu için proletaryanın devrimci mücadelesi için vazgeçilmezdir. Proletaryanın tamamı için kurtuluş programını savunmak ve tüm sınıfı kapitalizmin yıkılmasına doğru yönlendirmek üzere örgütlenmiş işçi sınıfının politik olarak en ileri kesimini içerir. Devrimci parti tanımı gereği her zaman proletaryanın bir azınlığı olacaktır ancak savunduğu komünist program ancak bir bütün olarak işçi sınıfı tarafından uygulanabilir. Devrim sırasında parti, programını işçi sınıfının kitle organlarında ortaya koyarak siyasi liderliği üstlenmeyi hedefleyecektir. Partisiz bir devrimci bilinç nasıl düşünülemezse, Rusya deneyiminin dersi de en sınıf bilinçli partinin bile sovyetlerden (ya da işçi sınıfının benzer kitle organlarından) soyutlanmış bir devrimi sürdüremeyeceğidir. Sovyetler işçi sınıfının siyasi iktidarının (proletarya diktatörlüğünün) ifadesidir ve Rusya'daki siyasi yaşamdan gerilemeleri ve marjinalleşmeleri, yeni sovyet devletinin kapitalist karşı-devrim tarafından boğulmasını sembolize etmiştir. Tükenmiş ve yok olmuş bir işçi sınıfından yalıtılmış hale gelen Bolşevik komiserlerin elinde kalan güç, kapitalist bir devletin gücüydü. Gelecekteki dünya devriminde enternasyonal parti, devrimci harekete yalnızca oluşmasını teşvik ettiği kitlesel sınıf organları aracılığıyla önderlik etmeyi hedeflemelidir. Bununla birlikte, zaferin hiçbir kesin garantisi yoktur ve devrimci parti yenilgi korkusuna dayalı mekanik engeller dikerek elini kolunu önceden bağlayamaz. Ne parti ne de sovyetler kendi başlarına karşı-devrime karşı bir sigorta değildir. Zaferin tek gerçek garantisi, bizzat emekçi kitlelerin sınıf bilinci ve enternasyonal devrimin sürekli yayılmasıdır.

Devrimci Enternasyonal

Enternasyonal - ya da ondan önce gelen siyasi örgütler - tüm işçi sınıfının kurtuluş programını savunmak üzere örgütlenmiş olan proletaryanın en bilinçli kesiminden oluşur. Marksizmin araçlarını kullanarak, bu programı detaylandırmak ve bununla tutarlı bir stratejiyi ve taktikleri belirlemek için sınıfın tarihsel deneyiminin siyasi derslerinden yararlanır. Geleceğin dünya partisi, kitleleri, işçi sınıfı üzerinde egemen olan çeşitli bölücü karşı-devrimci ve milliyetçi eğilimlerin gerici etkisinden uzak tutma göreviyle sorumlu olacaktır. Kapitalizmin küresel krizinin maddi çelişkilerinin baskısı altındaki işçi kitleleri, sömürücüleriyle çarpışmak üzere bir kez daha tarih sahnesine çıktıklarında, parti temel görevini tam olarak yerine getirecek koşulları bulacaktır. Bu, kitleleri komünist programa kazanmak ve mücadeleyi kapitalist devletin devrimci yıkımına doğru ilerletmek için mücadelenin siyasi önderliğini ele geçirmektir.

Dolayısıyla devrim, yalnızca devrimci örgüt, sınıfın başında duran Enternasyonal, devrimci programın siyasi düşmanlarına karşı kendi cephe saldırısı için yeterince gelişmiş ve hazırlanmışsa başarıya ulaşacaktır. Bu nedenle, partinin doğuşunu devrim anına indirgeyen ya da görevlerini propaganda ve basitçe devrim "vaazıyla" sınırlayan planları reddediyoruz.

Proleter siyasi güçlerin şimdi örgütlenme zorunluluğuna rağmen, içinde bulundukları koşullar geniş kitleleri etkileme kapasitelerine ciddi sınırlamalar getirmektedir. Emperyalist çağ boyunca burjuvazinin toplum üzerindeki egemenliği, yaşamın neredeyse her alanını kapsayana kadar geliştirilmiş ve genişletilmiştir. Üretim araçlarının emperyalist finans sermayenin elinde yoğunlaşmasının en uç biçimlerinin yanı sıra, burjuvazinin siyasi ve ideolojik egemenliği de benzersizdir. Marx'ın bir asırdan daha uzun bir süre önce söyledikleri bugün her zamankinden daha fazla doğrudur:

Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirlerdir: yani toplumda egemen maddi güç olan sınıf aynı zamanda onun egemen entelektüel gücüdür. Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de kontrol sahibidir, dolayısıyla zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirleri de genel olarak bu sınıfın fikirlerine tabidir. Egemen fikirler, fikir olarak kavranan egemen maddi ilişkilerin ve dolayısıyla bir sınıfı egemen kılan ilişkilerin ideal ifadesinden başka bir şey değildir; sonuç olarak bunlar egemenliğinin fikirleridir.

Alman İdeolojisi

Toplumsal barış koşulları altında, özellikle de burjuvazinin egemenliğinin en yaygın ve ileri olduğu emperyalist merkezlerde, bu durum proletaryanın burjuva ideolojisi ve örgütlerinin tüm baskısına maruz kalması anlamına gelir. Bu da bir bütün olarak proletarya ile onun tarihsel mücadelesinin siyasi ifadesi olan komünist parti arasında belirgin bir ayrımı dayatır. Ekonomik ve sosyal kriz dönemleri, burjuvazinin ideolojik ve siyasi hakimiyetinde bir kırılmaya yol açabilir. O zamana kadar devrimci program ve onun temsil ettiği siyasi örgütler sınıftan zorunlu ayrılık koşulları altında var olacaktır. Bu, basit bir iradeyle ya da basit örgütsel araçlarla üstesinden gelinemeyecek bir ayrılıktır.

Yine de, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan birikim döngüsü sona yaklaşmaktadır. Savaş sonrası yaşanan büyüme çoktan yerini küresel ekonomik krize bıraktı. Emperyalist savaş mı yoksa proleter devrim mi sorusu bir kez daha tarihsel gündeme oturmakta ve dünyanın dört bir yanındaki devrimcilere safları sıklaştırma ihtiyacını dayatmaktadır. Küresel tekelci kapitalizm çağında hiçbir ülke, kapitalizmi savaşa sürükleyen etkenlerden kaçamaz. Kapitalizmin kaçınılmaz savaş dürtüsü bugün proletaryanın çalışma ve yaşam koşullarına yönelik evrensel saldırıda ifadesini bulmaktadır. Dolayısıyla, sömürücülere karşı enternasyonal bir proleter mücadelenin maddi koşulları mevcuttur. Komünist bir devrimin gerekliliği ve olasılığı da mevcuttur. Eksik olan, böyle bir mücadeleye hazırlanacak devrimci Enternasyonal'dir.

Yukarıdaki hususlar, enternasyonal devrimci partinin inşası için aktif olarak çalışmanın zamanının geldiğini göstermektedir. İşçi sınıfının gericilik ve savaş güçlerine siyasi olarak tâbi kılınmasına karşı mücadele görevi, devrimcilerin zayıf güçlerinin izin verdiği ölçüde etkili bir şekilde geliştirilmelidir. Bu, onların uluslararası ölçekte örgütlenmesini ve merkezileşmesini gerektirir. Dünyanın dört bir yanına dağılmış devrimci güçlerin bugünkü parçalı mücadelelerinden yarının enternasyonal devrimci partisinin siyasi ve askeri savaşlarına geçiş süreci, komünistlerin siyasi homojenleşmeyi sağlamak ve yeni üyeler kazanmak için azami çaba göstermesini gerektirmektedir.

Proletaryanın Enternasyonal Partisi'nin oluşturulması, birlikte çalışmış ve devrim platformu ve programı konusunda görüş birliği içinde olan çeşitli "ulusal" ya da bölgesel örgütlerin feshedilmesiyle gerçekleşecektir. ICT, bu örgütlerin koordinasyonu ve birleşmesi için bir odak noktası olmayı amaçlamaktadır. Tüzüğü, örgütsel homojenleşmenin temelini oluşturacak ve bu homojenleşme sonunda tek tek bağlı kuruluşların feshedilmesi ve gerçek anlamda enternasyonal bir yapıda merkezileştirilmesiyle sonuçlanacaktır. O zaman ICT kendine belirlediği görevi tamamlamış olacaktır.

Enternasyonalist Komünist Eğilim (ICT)
Şubat 2020
Tuesday, October 4, 2022