Marksizm ve Cinsellik

Kapitalist üretim biçiminin kalbindeki çelişkiler, üst yapı düzeyinde insan ilişkilerini etkiler. Çağdaş toplumda hüküm süren ideolojik, kültürel, dilsel ve örgütsel formlar toplumumuzun toplumsal ve ekonomik yapısından bağımsız değildir ve bize önceki üretim biçimlerinden miras kalmıştır. İnsan faaliyetinin diğer alanları gibi cinsellik de bundan muaf değildir. Özellikle kapitalist çelişkilerin yoğunlaştığı kriz zamanlarında cinsellik açık bir politik savaş alanı haline gelir. Bugün bunu görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Dördüncü dalga feminizm, kadın grevleri, TERF'ler, inceller gibi fenomenler ve seks işçiliği, taşıyıcı annelik, aile içi istismar, cinsel saldırı ve LGBT sorunları gibi kimlik etrafındaki tartışmalar, belirli antagonizmaları vurgular. Devrimci olabilecek çoğu kişi özellikle de onları kişisel düzeyde ilgilendirdiğinde bu tartışmalardan kaçınılmaz olarak etkileniyor. O halde, Marksistlerin cinsellikle ve onun tüm karmaşık boyutlarıyla nasıl ilişki kurması gerektiği sorusu soyut şekilde sadece bu sorunlara odaklanmaktan ibaret değildir. Eğer biz tatmin edici cevaplar vermezsek, işçiler cevabı başka yerlerde arayacak ve muhtemelen sermayenin sağının ya da solunun (her ikisi de işçi sınıfını bölmeyi amaçlar) etkisi altına girecektir. Bu nedenle, temel noktaları yeniden ifade ediyoruz.

ÇATIŞAN HAKLAR

Proletaryanın sınıf partisinin ulusal baskıyı protesto etme ve ona direnme görevi, örneğin, cinsiyetlerin toplumsal ve politik eşitliği için mücadele etmesinin burjuva özgürlükçülerinin atfettiği gibi hususi “kadınların haklarından” kaynaklanmaması gibi, "ulusların hakkından" da kaynaklanmaz. Bu görev, yalnızca sınıf rejimine ve her türlü toplumsal eşitsizliğe ve toplumsal tahakküme karşı genel muhalefetten, tek kelimeyle sosyalizmin temel konumundan doğar.

Rosa Luxemburg, Ulusal Sorun, 1909

Hakim ideolojiler, ister sağ ister sol olsun, toplumsal antagonizmaları çatışan haklar açısından sınırlandırma eğilimindedir. Kadın haklarına karşı transgender hakları, laiklik haklarına karşı dini haklar ya da mülkiyet haklarına karşı işçi hakları, her ne olursa olsun yöntem aynıdır: Birinin haklarını diğerinin haklarının ihlal ettiği söylenir ve ‘’bizim’’ bu ahlaki ve yasal çerçevede makul bir denge bulmamız gerekiyordur. Burjuva düşüncenin farklı kollarının – liberalizm, muhafazakarlık, milliyetçilik, reformizm veya bunların ahfatlarından herhangi birinin – makul olanın ne olduğu konusunda farklı fikirleri olacaktır (Ekstrem durumlarda, makul olan, toplumun kimi kesimlerini yok etme teşebbüsüne tekabül ediyordu). Kuşkusuz insan hakları ya da bilinen orijinal haliyle ‘’rights of man’’, yok olan feodal düzene karşı 17.yüzyıldan 19. yüzyıla kadar son derece devrimci bir kavramdı. Ancak, devletin ve sanayinin kontrolünü ele geçirme çabalarında, bunlar belirli bir sınıfın yani burjuvazinin yükselişine tekabül etti. O halde, burada bir sürpriz yok:

İnsanın özgürlük hakkı, insanın insanla birlikteliğine değil, insanın insandan ayrışması üzerine tesis edildi. İnsanın özgürlük hakkı, esasen bu ayrışma hakkıdır, kısıtlı bireyin, kendi içine kapanmış bireyin hakkıdır. İnsanın özgürlük hakkının pratikteki uygulaması ise, özel mülkiyet hakkıdır.

Karl Marx, Yahudi Sorunu Üzerine, 1844

Marksistler olarak bizim çerçevemiz farklıdır. Çatışan haklara inanmıyoruz, makul bir denge aramıyoruz. Komünizm marksistler için, birimizin özgür gelişiminin, her birimizin özgür gelişmesi koşuluna bağlı olduğu bir toplumu ifade eder. Kapitalist toplum nezdinde haklar, bu vizyonu gerçekleştirmeye bir engeldir. Haklar dünyası, her şeyden önce, hakların uygulanması için zorunlu olan devletlerin, orduların, polisin ve yasal sistemlerin dünyasıdır. Bütün bu kurumlar insanın insandan ayrılmasını ifade eder. Tanımı gereği haklar, sınıflı toplumu ima eder ve sınıflı toplumdan anladığımız bugünün baskı ve sefalet kaynağı olduğudur.

MATERYALİST CİNSELLİK ANLAYIŞI

İnsan haklarının aslında, insanlar arasındaki yapay hak çatışmasını güçlendirdiğini belirttikten sonra, diyalektik ve tarihsel materyalist çerçevenin cinsellik konusunda ne söylediğini açıklamamız gerekiyor. İlk olarak, materyalist cinsellik anlayışı biyolojik determinizmle aynı kefeye konmamalı (örneğin birçok Stalinistin, cinsiyet sorunuyla ilgilenirken sergiledikleri tutum gibi). Aksine biz cinselliği, tarih boyunca sürekli evrimleşen bir insan aktivitesi olarak görüyoruz.

Yakın zamandaki araştırmalara göre homo cinsi, üç milyon yıl önce ortaya çıkarken, bizim türümüz homo sapiens ise, yaklaşık üç yüz bin yıl önce ortaya çıktı. Cinsiyete dayalı ilk ilkel iş bölümünün ne zaman ortaya çıktığı ise tartışmalıdır ama bazı arkeolojik araştırmalar Üst Paleotik Dönem’e(kırk bin yıl kadar önce) kadar izini sürebilmektedir. Avcı-toplayıcı toplumlar işbirliği ve karşılıklılığa yönelseler de bu tek başına cinsiyetler arası eşitsiz ilişkiler anlamına gelmiyordu. Ne zaman ki Neolitik Dönem’de (on iki bin yıl kadar önce) yiyecek toplayıcılıktan yiyecek üretimine geçiş oldu yani tarım gelişti, bu durum da değişti. Aynı zamanda yerleşimlerin gelişmesiyle, işgücü verimliliği arttı ve fazla ürüne el konuldu; özel mülkiyet, ilk sınıflı toplumları doğurdu. Eşitlikçiliğin yerini kademeli olarak hiyerarşi ve cinsiyetler arasındaki eşitsiz ilişkiler aldı.

İnsan toplumunun bin yıllık tarihi boyunca aşk, basit biyolojik içgüdüden - en yüksekten en aşağıya tüm canlılarda bulunan üreme dürtüsünden - sürekli olarak entelektüel ve duygusal yeni yönler kazanan oldukça karmaşık bir duyguya dönüşmüştür.[…] Tarihsel gelişimin tüm aşamalarında toplum, sevginin ne zaman ve hangi koşullar altında “yasal” olduğunu (yani verili toplumsal kolektifin çıkarlarına tekabül ettiğini) tanımlayan normlar oluşturmuştur.[...] Kabile dönemindeyken, sevgi, bir akrabalık bağı olarak görülüyordu (kız kardeşler ve erkek kardeşler arasındaki sevgi, anne-babaya olan sevgi). Hıristiyanlık öncesi dönemin antik kültürü, aşk-arkadaşlığını her şeyin üstünde tutuyordu. Feodal dünya, evlilik dışı karşı cinsin üyeleri arasındaki platonik saray sevgisini idealize etti. Burjuvazi de tek eşli evlilik aşkını ideal olarak ele aldı.

Alexandra Kollontai, Make Way for Winged Eros, 1923

İşbölümü ve mülkiyet ilişkileri, milenyum boyunca, Asya tipi, antik, feodal ve kapitalist üretim tarzları aracılığıyla önemli ölçüde değişti. Bu üretim tarzları, kendi cinsel yasalarını ve ahlakını, çoğu zaman acımasız yollarla (devlet ve dini kuruluşlarla ya da toplumun kendisiyle) dayattı. Bu, doğal olarak, çağdaş cinselliğin tüm hallerinde bilinçli veya bilinçsiz yaralar bıraktı. Bugün karşı karşıya olduğumuz cinsiyete, cinselliğe, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, buzdağının yalnızca görünen kısmı. Kapitalizm, mülkiyeti elinde tutmak amacıyla toplumun, baba gücü altında aile birimleri halinde örgütlenmesi olarak gördüğümüz patriyarkanın altını oysa da buna bir son veremedi. Yalnızca özel mülkiyeti ve bildiğimiz şekliyle iş bölümünü ortadan kaldıran bir toplum bu görevi tamamlayabilir. Bu bugün, Marksistlerin cinsel baskıya tarafsız kaldıkları anlamına gelmez: Geleceğin toplumunun savunucuları olarak buna uygun davranmalıyız, bunlar lafta kalmamalı. Politik olarak ise, çağdaş cinsel antagonizma örneklerini kapitalist krizin daha geniş resmiyle ilişkilendirmek zorundayız.

Devrimci hareket [...] kapitalizmin ekonomik çürüyüşünün getirdiği ataerkil ailenin reddedilme sürecini tamamlayacaktır. […] Politik gerici güçler, gericilikte bir faktör olarak cinsel baskının farkına varır ve bu baskıyı sağlamlaştırmak adına adımlar atarsa, o zaman devrimci bir parti cinsel isyanın önemini kabul etmeli, kiliseye ve sermayeye karşı bu isyanı desteklemelidir.

Wilhem Reich, Cinsel Ahlakın Boygöstermesi, 1932

EROS YENİ SİLAHLARLA DONATILDI

Sermayenin sağı veya solu, sınıflı toplumu ve dolayısıyla cinselliği nasıl yöneteceklerine dair kendi düşüncelerine sahiptir. Ama bununla şu ya da bu şekilde oynayarak, yalnızca sorunun temeli olan mevcut toplumsal ilişkileri korumaya çalışırlar. Kadınların ve LGBT topluluğunun zor durumunu alt edebilecek olanın feminizm ve onun ideolojik ürünleri olduğu söylenir. Ancak çoğu feministin kapitalizmin temelini sarsmaya herhangi bir ilgisi yoktur, hatta sosyalist feministler bile, feminizm ile bizden başka bir şeyi ortaya koyma eğilimdedir: refah devletini ve zenginliğin yeniden dağıtılmasını; ücretli emeğin, paranın ve devletlerin ortadan kaldırılmasını değil.

Bugün, tüm insanlık için ileriye giden tek yol, sömürülen sınıfın yani proletaryanın, üretimi, kapitalist kârın ölü elinden kurtaracak ve toplumsal ihtiyaçlar için üretime adanmış özgür bir üreticiler birliği oluşturacak enternasyonal devrimle kapitalist devletin prangalarından kurtulmasıdır. Üretim araçlarının ortak mülkiyete aktarılması, tek eşli aile yapısının toplumun ekonomik birimi olmaktan çıkması anlamına da gelecek. Feministin son başvurduğu argüman ise, komünizmin toplumu patrikaryal tutumlardan otomatik olarak kurtarmayacağı iddiasıdır, buna katılabilirdik, ancak mesele şudur ki, komünist bir devrim olmadan bu tutumlarda gerçek bir değişim için zemin olmayacaktır.

CWO, Women and Communism, 1986

Yeni toplum için planlar yaratmak bizim işimiz değil, ancak söyleyebileceğimiz şey, sınıfların kaldırılmasının, cinsellik hakkında düşünme şeklimizi ve insanlara davranışlarımızı temelden değiştireceğidir. Artık çatışan haklar ve kimlikler çerçevesine, kâr için rekabetçi dürtüye bağlı olmayan geleceğin toplumu, şeylerin yönetimiyle bireylerin yönetimini değiştirecektir. Meta mübadelesi, önyargı ve şiddet yerine; cinsel ilişkilere sevgi-yoldaşlık ve iç dayanışma hakim olacaktır.

Çöküşü yakın olan kapitalist üretimden sonra cinsel ilişkilerin nasıl düzenleneceği bugünden düşündüğümüzde olumsuz nitelikler taşır, çoğunlukla ortadan kalkacak olanla yetinir. Ama yeni neler olacak? Bunun yanıtı yeni nesiller yetiştiğinde verilecek [...] Bu nesil yetiştiğinde, bugün onların nasıl davranması gerektiğini düşünen kimseyi umursamayacak; her bireyin pratiği hakkında kendi pratiklerini ve buna karşılık gelen kamuoyunu yaratacaklar - ve bu onun sonu olacak.

Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 1884

Devrimcilerin görevi ‘’Eros’u toplumsal hayattan dışlamak değil, onu yeni toplumsal normlarla yeniden donatmak ve cinsel ilişkileri, yoldaşça dayanışmanın yeni, büyük psikolojik gücünün gayretiyle eğitmek” olabilir(Kollantai). Biz ne kadar istesek de binlerce yıllık tarih bir gecede sona ermeyecek. Devrimci süreçten sonra, işçi sınıfının, toplumu eşitlik ve işbirliği çerçevesinde yeniden şekillendirdiği bir süreç başlayacak ve komünizm gerçeğe dönüştükçe, artık maddi bir temeli kalmamış olan patriyarka, çağların pisliğiyle birlikte süpürülüp atılacak.

Dyjbas
Mayıs, 2020
Tuesday, January 11, 2022